Hukuken doğru olmak teknik bir "doğruluktur". Adaleti tesis etmek çok başka bir şeydir.
Sisteme girilen bütün verilerin yüzlerce yıl yapay zeka veri bankalarında kalacak olması kurumsal bir sorumluluğu da beraberinde getirir.
Benim adımı "HAKİMİ OLDUĞU MAHKEMEDE" , "KAYIT DIŞI ÇOK YÜKSEK GELİRİ VAR" iddiası ile yan yana getiren yetkilinin kurumsal destekli "haysiyet cellatlığında" bir sorumluluğu olmalıdır. Adliyedeki paralel yapılanmanın baskı ve tehdidi altında değillerse (ki çok muhtemel. Kimi zaman baskıyı uygulayan kanal bir katip ya da savcı kalemi olabiliyor) hukuken bu sorumluluğu almaları gerekir. (Daha önce savcı Seyit Ahmet Doğru'da bu yaşandı. Seyit Ahmet Doğru baskı altındaydı. Samed adındaki kalem memuru paralel devlet yapılanmasına çalışan biriydi ve muhtemelen hiyerarşik olarak savcının üstündeydi). İtiraz dilekçemi verdiğim gün (22.03.2021) uğradığım mahkeme kaleminde davaya kendisinin baktığını söyleyen katip (146508) öyle bir talebim olmamasına rağmen beni Hakim'le görüşmeye yönlendirdi. Bütününe vakıf olmadığım sebeplerle Hakim'i de tedirgin eden bir yönlendirmeydi. Hakim'in belli güç odaklarının baskısı altında olduğunu düşünüyorum. Dört yıldır Adliye ve Emniyetteki paralel yapılanmanın gücünü fazlasıyla tecrübe etmiş biri olarak, bu baskı kanalının sekizinci duruşmada bulunan ve kararda imzası olan 146508 no'lu katiple kurulmuş olma ihtimalinin araştırılmasında fayda görüyorum.
Bir anneye ve evladına kurumlar üzerinden verilen zararın nasıl telafi edileceği AİLE MAHKEMELERİNİN uzmanlık alanı olmalıydı. Beni hayatlarından tamamen ekarte etmek için yargıdaki paralel/derin devlet ilişkilerini devreye koyan, yargı eliyle beni kriminalize eden, maddi manevi yılgınlık yaratmak için arka arkaya davalar açan Fatih Kemal Altaylı ve TMSF Yozgat kontenjanından avukat eşi Nagihan Gür Altaylı'ya karşı ancak maddi manevi güçlenerek mücadele edebilirim.
DÖRT YILDIR YARGI ELİYLE MADDİ MANEVİ YILGINLIK YARATANLARIN SUÇU TESCİLLENDİĞİ ANDAN İTİBAREN, MAHKEME DURUMU GÖRMEZDEN GELMEK BASİRETSİZLİĞİ YERİNE VERİLEN ZARARIN TELAFİSİNE YÖNELİK BİR KARARA İMZA ATMALIYDI. YANİ YARGI, YASA VE AHLAK DIŞI YOLLARLA BENİ İTİBARSIZLAŞTIRARAK HAKLI DAVAMI ZAYIFLATANLARIN DEĞİL BENİM TARAFIMDA OLMALIYDI.
[Dava dosyasına giren "Kayıt dışı çok yüksek gelirim olduğu, farklı bankalarda hesaplarımın olduğu" yönündeki iddialar iki yıl boyunca yapılan SED (Sosyo Ekonomik Durum) soruşturmaları ve bunlara eklemlenen İNTERPOL soruşturmaları neticesinde çürütüldü. Kayıt dışı herhangi bir gelir kaynağımın olmadığı resmi makamlarca tescillendi (Anadolu 19. Aile 2019/273) Ancak arka arkaya 'adres tespiti yapılamadı' gibi HAKİKATİ YANSITMAYAN SUDAN gerekçeyle (SED soruşturması için çağrıldığım Maltepe Emniyetinden adres tespitiyle ilgili herhangi bir mahkeme talebinin olmadığı bilgisini aldım. Kaldı ki on beş yıldır aynı yerde ikamet etmekteyim.) kabulü geciktirilen davanın son celsesinde boşa çıkan ağır iftiralara karşın mahkemenin sözlü olarak bana verdiği tek öneri 'git savcılığa başvur' demek oldu. Hukukçu değilim ancak dört yıldır beni Adliye koridorlarında pinpon topuna çeviren yargıdaki bu manzara çok vahim.]
Hukuken doğru olmak sadece teknik bir "doğruluktur". Adaleti tesis etmek çok başka bir şeydir. Kaldı ki hukuken de yerden göğe kadar haklıyım.
"Maddi ve manevi tazminat davası boşanma davası ile birlikte açılabileceği gibi boşanma davasının kesinleşmesinden sonraki 1 yıl içinde de ayrı bir dava olarak açılabilir. Sözleşmenin ihlali nedeniyle açılacak tazminat davalarında genel zamanaşımı süresi, 10 yıldır (Borçlar Kanunu md. 146)."
Davanın kabul edildiği celsenin gecikmesinde İYİ NİYET göremiyorum
Sekiz duruşma boyunca dava mükerrer kereler aynı gerekçelerle uzatıldı (adres tespitinin yapılamadığı, sed araştırmasının yapılacağı ve hatta İNTERPOL araştırmasının olduğu Hakim tarafından sözlü biçimde aktarıldı). Aralık 2019 anlaşmalı boşanmanın 5. yılının dolduğu aydı. Beş yıllık dönemin bitmesini hukuken yine manevi tazminat talebimin aleyhinde bir gerekçe yaparlarsa buna hiç şaşırmayacağım.